Esra ve Ada’nın Hikâyesi

Ocak 27, 2010

İster tercihli, ister zorunlu olsun, sezaryenle doğum yapan çoğu anne vermek zorunda olduğu kararı (ya da doktorunun yönlendirmesini) genellikle sonradan sorguluyor. Kimi durumlarda sezaryen gerçekten kurtarıcı nitekiğini koruyor. Bazen ise son tercih olmuş olmayabiliyor. “Belki daha uğraşılsaydı, beklenseydi, öyle olsaydı, böyle olsaydı normal doğum olacaktı” diye düşünülebiliyor. Ancak bu sorgulamalar sonucu değiştirmiyor: Anne, bebeğini normal doğumla değil, sezaryenle, genellikle de bebeğin değil, doktorun belirlediği bir zamanda kucağına almış oluyor.

Sevgili Esra bu gibi kararlardan sonra yaşanan pişmanlıklara çok güzel değinmiş. Bir noktadan sonra da kararları sorgulamanın faydası olmadığını çok yerinde bir şekilde vurgulamış. Benzeri pişmanlık duyguları arasında gidip gelen annelere ilham olmasını diliyor, “pozitif” hikâyesini paylaştığı için Esra’ya teşekkür ediyorum.

Blogcu Anne

***

~30 Haziran 2008, İstanbul~

Aslında benim hikâyem bir normal doğum hikâyesi değil. Benim hikâyem istenmediği halde riskli bulunup planlanan bir sezaryene dönüşüm ve sonucunda bundan pişman olmama hikâyesi. İşte bu yüzden bence pozitif bir doğum hikâyesi.

Ada’ya hamile kalmadan önce dahi, çocuk konusu aklıma ilk düştüğünden beri üzerinde düşünmediğim, tavrımın ve isteğimin net olduğu bir konudur doğumumun nasıl olacağı. Hamile kaldığım andan itibarense pekişen ve sonuna kadar böyle devam eden. Yıllar önce sağlık sebepleriyle bir ameliyat geçirmiştim. Bu yüzden bebeğimi emzirmem mümkün olmayacaktı. Sanırım en çok bundan normal doğurmak istedim ben. Bana ait doğal tek bağ bebeğimin doğumu kaldığından. Doktorum ve ailem bu konuda bana hep destek oldu. Ada henüz milimle ölçüldüğü günlerden gramla ölçülür boyutlara geldiği andan itibaren hep olması gerektiği haftadan istatistiksel olarak öndeydi. Başlangıçta bir kere dahi aklıma gelmemişti. Ne de olsa üç çocuğunu da normal doğumla kucağına almış, üçünü de hayli irice bebekler olarak, üstelik son doğumunu neredeyse jet doğum olarak yapmış bir annenin kızıydım. Birçok yönden anneme benziyordum. Genetik mirasım bana yardım ederdi. Öyle sanıyordum… Ama haftalar ilerlemeye, bende gebelik diyabeti bulunmadığı halde Ada’nın kilosu fazlasıyla artmaya ve doğum zamanı yaklaşmaya başladıkça beni de bir endişe almaya başladı. Ne kadar iri olursa normal doğum sakıncalıydı? Ya aslında iri değilseydi, yanılma olmuyor muydu, falan mıydı filan mıydı…

Eşim de ben de doktorumuza güveniyorduk. Doğum konusunda tecrübesi çok fazlaydı, ailenin kararlarına saygılıydı, riskleri belirtir ve o şekilde ilerlerdi. Doğum planı üzerine konuşmamızda “Kendinizi her duruma hazırlayın, iri bir bebek, normal doğum mümkün olmayabilir” demişti. Ada her ne kadar büyük bir bebek olarak gelişse de, biz normal doğumu bekleme kararı aldık. Ve bekledik.. 40.haftaya kadar bekledik.. Doktorum 36. haftadan sonra tetikte olmamı söylemişti. Tüm bu süreçte ben kendimi dinlemekten, ha geldi ha aşağı indi ha sancılar başlayacak diye düşünmekten bir hal olmuştum. Gelmiyordu Ada. Bırakın kasılmaları ya da sancılanmayı, doğum kanalına kafası girmemişti bile. Gümbür gümbür dans ediyordu içeride. Hissediyordum. Rahatı yerindeydi. Son haftaya girmiştim. Daha ne kadar beklenirdi ki? 42 hafta dolana kadar zaman vardı evet ama beklesek gelir miydi? Peki gerçekten şu anda 4 kilonun üzerindeyse ne olacaktı? 39.hafta kontrolümüzde kilosu ve boyu yaklaşık 4200-4300 gr, 52-53 cm civarında demişti doktorumuz. Hala suyum var görünüyordu. Bu hızla beş-beş buçuklara çıkarsa kilosu ne kadar anneme çektiğimi düşünmek istesem de ilk bebeğimde bunu becerebilecek miydim? Çok ufacık tefecik olmasam da minyon bir kadındım. Yaş olarak ileri bir yaştaydım(34). Annem benden on yıl daha genç doğurmuştu. Onun yaşamı çalışma koşulları ve benimkiler örtüşmüyordu. Annemin kızı olmak işe yarayacak mıydı? Olacakları öngörebilir miydim?

Eşimin kız kardeşi çocuk doktoru. Kendi kızını normal doğurabilmek için son ana kadar bekleyen bir doktor. “Ada hep büyük gidiyor çocuklar” dedi, “çok vaka var güvenin bize…” Kadın doğumcum, onun üniversiteden hocası aynı zamanda kendi kadın doğum doktoruydu, ikinci kadın doğumcum yakın arkadaşımızdı. Hepsi aynı şeyi söylüyordu. Bizi manipüle etmeye çalıştıklarını bir an olsun düşünmedik. Ortada bir risk yoksa var demezlerdi. Kontrol dışı yırtılmalar filan umurumda değildi. Bebeğime ne olacağını düşünüyordum ben. Ve bu şekilde 39+2’de sezaryen olmama karar verdik eşimle.

Ada 4600 gr, boyu 56, kafa çapı ise 37 cm olarak dünyaya geldi. Epidural sezaryen istemiştim bari doğduğu anda kucağıma alıp koklayabileyim diye ancak doğumda kendimi o kadar kasmışım ki epiduralim tutmadı. Daha doğrusu çok geç tuttu. Bu sürede tansiyonum hamileliğim boyunca 12’leri bile görmezken 15’e fırladı. Başlangıçta hiçbir şey hissetmiyordum ama operasyon devam ederken, kendimi sürekli dinlemekten belki de kızımı alacakları o anı hissettim. O kadar gergin bir rahimden bebeği çıkaramadıkları için ameliyatın ortasında genel anesteziye geçildi. Ada’yı ilk gördüğüm anı hatırlamıyorum maalesef. Ameliyathanede henüz anestezinin etkisindeyken yanımda olduğu fotoğrafları olmasa inanmayacağım da. Bizim ilk karşılaşmamız, odaya getirdikleri an oldu. Dünyanın en güzel, en yumuk bebeğiydi. Gördüğüm andan itibaren, kucağıma alıp kokladığım, yüzüne dokunduğum o ilk anda dâhil dakikalar boyunca ağladım. Hastanede kaldığım iki gece boyunca acıdan, üzüntüden, şoktan, mutluluktan, yorgunluktan her şekilde ağlamaya devam ettim. Ama mutluydum çok mutlu pek mutlu. Bugüne kadar bir sürü mutluluk yaşamışım da hepsi toplanmış misafirliğe gelmiş gibiydi. Bu kadar iri bir bebeğe, 700-800 gr civarında plasenta ve bir o kadar hacimli suya, rahmim amiyane tabirle folloş olmuş kimin umurundaydı.

Olmalıymış… “Çok kanaman oldu, çok da dikişin var, fazlasıyla dikkat et” diyen iki doktoruma, eve döndükten sonra “kızım yat lohusanın mezarı kırk gün kapanmaz derler” diyen anneme, yıllarını kadın doğum hemşiresi olarak geçirmiş teyzemin tüm tavsiyelerine, eşime, dostlarıma, bütün aileme kulaklarımı tıkayıp sadece bebeğimle olmaya çalışırken onuncu günde ateşler içinde buldum kendimi.  Hiç dinlenmeden yatmadan koşuşturmaktan, üstüne kendime yaptığım eziyetten dikişlerim iltihaplanmıştı. Üç günü yüksek ateşin kucağında ağrı kesici ve antibiyotiklerle yatak döşek geçirerek sonunda kendime geldiğimde aklım da başıma gelmişti. Kendime dur dediğim zaman oldu bu üç gün. Ne yapıyordum? Bana bir şey olsa bebeğime kuzuma bi’taneme ne olacaktı? O zaman ne nasıl doğurduğumun, ne emzirip emzirmediğimin, ne ilk andan itibaren her şeyiyle kendimin ilgilenip ilgilenmememin, hiçbir şeyin önemi kalmayacaktı. O andan sonra her şeyi olduğu yerde bıraktım. Evet, normal doğum istemiştim. Ada istediği zaman gelsin istemiştim. Dünyaya gelmeyi ben kendim seçmiştim, kızım da seçsin istemiştim. Ama olmamıştı. Kendimi suçlamamın, ya da nekahet dönemini yaşamadan sanki normal bir doğum yapmışçasına, bu şekilde kendime acı çektirmemin bir anlamı yoktu. Ben sezaryen olmuştum, bir ameliyat geçirmiştim, hemen ayağa kalkamayacaktım, bir süre istediğim gibi kızımla rahat rahat ilgilenemeyecektim, belki toparlanmam ve normal hayata dönmem kolay olmayacaktı ama bunu kabul etmem gerekirdi. Önümüzde koca bir ömür vardı. Bir ömür kızımın hep yanında olacaktım. Bir ömür annesi olacaktım…

Ben normal doğum isteyen bir anne adayıydım. Ancak riskleri kabul ederek ölçerek biçerek bir seçim yaptım ve bebeğimi sezaryenle dünyaya getirdim.  Bundan ne gurur duyuyorum ne hayıflanıyorum. Kimseyi sezaryene yönlendirmiyorum ya da özendirmeye de çalışmıyorum. Bilakis normal doğum yapmış tüm annelere, en başta kendi anneme büyük saygı duyuyorum. Ancak ben aynı zamanda ilk bebeğini doğumdan on gün sonra kaybeden bir annenin de kızıyım. Kayıp ve keşke’lerle değil yaşama inanarak büyüdüm. Bu yüzden doğru ya da yanlış olsa da seçimlerimden pişman olmadan, hayatın getirdiklerini önce kendi kararlarıma güvenerek yaşamaya çalışıyorum.

2 Responses to “Esra ve Ada’nın Hikâyesi”

  1. didem Says:

    Esra yazıyı okurken o kadar duygulandım ki… ben bugun itibari ile 34 hafta+4 gundeyim ve en son 4 gun once doktorumuz bebegin 3 hafta ileriden gittigini kilosunun da yaklasık 2,9kg oldugunu soyledi… Tahminlere gore biz de 4,2-4,5 civarında dogacagız… Beni annem 5kg dogurmus hem de normal… Bu basindan beri korktugum birseydi… Normal dogum ise hamile kalmadan bile hayalini kurdugum bir surecti… simdi nasil olacak bilmiyorum… Bebegin kafasi , boyu , kilosu herseyi cok buyuk… Inat etmenin de bir faydasi olmayacak herhalde… ama sen icimi rahatlattin… cunku bebegimi ilk gorup, kollarina alanin ben olmayacagim dusuncesi bile gozlerimi dolduruyordu… ama dedigin gibi 9 aydir iciceyiz ve onumuzde uzun bir omur var… sana ve bebegine de en mutlu&saglikli gunleri dilerim…

  2. esraozlem Says:

    didem merhaba,

    Çok teşekkürler iyi dileklerin için ve geç cevap için kusura bakma lütfen. Henüz gördüm ben yorumunu 😦 Belki ben bu satırları yazarken bebeğini kucağına almış bile olabilirsin. Dilerim her şey yolunda ve istediğiniz gibi ilerlemiştir.

    Ben bu hikayeyi yazarken aslında sezaryeni destekliyor, ya da “iyi bir şeydir” mesajı veriyor olmaktan endişelenmiştim. Ancak sevgili Elif’in de üzerinde durduğu gibi, ne yaşarsanız ya da ne karar alırsanız alın, sonuç değişmiyor. Kişinin bu noktada ileriye bakması daha doğru diye düşünüyorum. Benim en büyük endişem ve üzüntüm ne doğal bir şekilde doğuramadığım, ne de emziremediğim için kızımın bana nasıl bağlanacağı konusuydu. Anne-bebek bağını kurabilecek miydim, sağlığına olumsuz etkisi olacak mıydı içimi çok kemirmişti sorular. Ancak o bağ sandığımızdan çok daha derin ve ne olursa en baştan çok güçlü.

    Hamilelik ve doğum çok özel çok güzel bir süreç. Ancak orada bitmiyor tecrübe ettiğimiz gibi. Hikaye o noktada başlıyor asıl. Benim hikayemin de kendi özelinde sezaryeni yıpratıcı bir tecrübe olarak yaşayan annelere bir nebze olsun destek olmasını, yeni başlangıçlar yapabilmelerini diliyorum.

    Sevgiler.


Yorum bırakın